Sanat Kurumlarında Temsil Krizi ve Guerilla Girls

Sanat Kurumlarında Temsil Krizi ve Guerilla Girls

Yıldız Öztürk

(Bu yazı, Gençsanat Dergisi’nin 264. sayısında (Ekim 2017) yayımlanmıştır.)

En az “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?”[1] sorusu kadar “Kadınlar Metropolitan Müzesi’ne Girebilmek İçin Hâlâ mı Çıplak Olmalılar?” sorusunun da insanı sarsan bir etkisi var. Her ikisini de erkek egemen sanat tarihi yazımına yöneltilen çarpıcı eleştirel yaklaşımların arasında değerlendirmek mümkün. Bu eğilimler içinde yer alan ve ikinci soruyu sanat işine çevirip, zaman zaman güncelleyip yeniden sorarak bu alandaki birçok araştırmanın temelini oluşturan feminist, aktivist sanatçı grubu Guerrilla Girls, günümüzde feminist sanat pratiklerine hâlâ ilham kayağı olmaya devam ediyor. 1985 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde kurulan grubun üyeleri, anonim kimlikle var olmayı tercih ettiğinden gerçek isimlerini değil sanat tarihinden seçtikleri takma isimleri kullanıyorlar, yüzlerini ise goril maskesi takarak gizliyorlar. Ortaya çıkardıkları işlerin niteliğine göre kullandıkları yöntem ve malzeme çeşitlilik gösteriyor. Kimi zaman kamusal alanda kolektif işler üretip kışkırtıcı sorularla insanları çeşitli ayrımcılık pratikleri üzerine düşünmeye sevk ediyorlar, kimi zaman da bir bilim insanı gibi veri toplayıp bunları bir araya getirerek raporlar hazırlıyorlar. Afiş, poster, çıkartma ve benzeri araçlarla bu işleri kamuoyuyla paylaşıyorlar.

Guerrilla Girls yaptığı araştırmalarla sanat pratiklerinde beyaz, Batılı, erkek, deha sanatçı olgusunun norm haline gelmiş olması durumunu sayısal verilerle açıkça ortaya koyar. Bu sonuçta payı olan sanat kurumları ise, yaptıkları tercihlerle örtük ya da açık bir şekilde genel kabul gören bu sanatçı kimliğine onay vermiş olur. Prestijli müzelerin, sanat galerilerinin koleksiyon yönetimini, küratöryal tercihlerini sorgulayan ve bu seçimleri tarihsel bağlama oturtan grup, sanat alanındaki bütün “steril” ilişki biçimlerinin sınıfsal, cinsiyetçi, ırkçı karakteri üzerine düşünmemizi sağlarken, tarafsızlık yanılsaması içindeki sanat dünyasının gerçeklerini açığa çıkarır. Bu gerçeklik ise kültürün finansallaştığı, toplumsal-siyasal alanları da içine alan ayrımcı ve adaletsiz ilişkilere tekabül eder. Guerrilla Girls’ün son projeleri arasında yer alan “Is it even worse in Europe?”[2] projesi, sanat kurumlarının çeşitlilik, temsiliyet ve farklılıklara yönelik tutumlarını analiz ederken, kurumların adil olmayan sanat politikalarını da gözler önüne sermiş oldu. Geçtiğimiz yaz döneminde Gaia Gallery’de izlediğimiz bu sergide, sergileme çalışmalarının kültür endüstrisi rejimi içindeki hegemonik ağlar / iktidarlarla olan ilişkisini ve çeşitli eşitsizlik biçimlerinin kurumlardaki yansımasını, kurumların yönetim biçimi ve seçme pratiklerini bizzat kurum yöneticilerinin kendi ifadeleri odağında gördük.

Guerilla Girls, afiş, 2012.

Xavier Arakistain ve Nayia Yiakoumaki’nin eş küratörlüğünü üstlendiği sergi projesi, 383 müze ve sanat kurumu yöneticisine yöneltilen anket sorularının yanıtları ve analizinden oluşuyordu. Ancak sergiyi gezen izleyiciler dokümanları incelediğinde, kurumların yaklaşık %25’inin (101 tanesi) soruları yanıtladığı gerçeğiyle karşılaştı. Bununla birlikte ankete katılım sağlayan kurumların yanı sıra icabet etmeyen kurumların isimleri de sergi bünyesinde izleyicilerle paylaşıldı. Bu isimlerin listesi, galeri mekânının zeminine yerleştirilen ve üzerine serbestçe basıp yürüyebileceğimiz bir afişle teşhir edildi. Projenin niteliği itibariyle bir araştırma alanını andıran galeride sergilenen dokümanlar, sanat kurumlarının küratöryal politikalarındaki ayıklama, seçme, sergileme, sponsorluk işbirlikleri gibi meseleler ve genel olarak sanat tarihi yazımına yönelik eleştirel bakış açılarının önünü açıyordu. “Gösteri”ye dönüşmüş sergiler, sanatın küresel sermayeyle işbirliği, sermaye gruplarının seçkinci ve otoriter tavırları ile uluslararası sanat alanındaki gruplaşmalar, kültür alanını çevreleyen ağların çok da dillendirilmek istenmeyen nahoş yüzleri. Guerrilla Girls’ün alametifarikası ise, sanat ve hayat arasında kurmaya çalıştıkları bağın gerçek ve samimi olması nedeniyle tüm bu ilişkileri deşifre etmeye yönelik çabaları. Yani bütün estetik sorunsallar, pratik dönüştürücü eylemlerle gündelik olana bir şekilde bağlanıyor, toplumsal ilişkiler ve siyasetle bağ kuruluyor; sonuçta bir karşı-söylem ve direniş potansiyeli ortaya çıkmış oluyor. Sonuç olarak bu “kızlar” bize biriktirme, beğeni, seçim, tasarım ve sergileme ayakları bulunan sanat sisteminin Pierre Bourdieu’nün de belirttiği gibi ayırıcı ve simgesel yanlarıyla birlikte sermaye birikimi mantığından bağımsız düşünülemeyeceğini[3] bir kez daha hatırlatmış oluyorlar.


[1] Linda Nochlin, “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?”, Sanat / Cinsiyet, çev. Ahu Antmen, ed. Ahu Antmen (İstanbul: İletişim Yayınları, 2012): 119-159. 

[2] Bu proje ilk olarak 1 Ekim 2016 – 5 Mart 2017 tarihleri arasında Londra’daki Whitechapel Gallery’de sergilenmiştir.

[3] Pierre Bourdieu, Alain Darbel, Sanat Sevdası, çev. Sertaç Canbolat (İstanbul: Metis Yayınları, 2011), 137-139; Craig Calhoun, “Bourdieu Sosyolojisinin Ana Hatları”, Ocak ve Zanaat – Pierre Bourdieu Derlemesi, çev. Güney Çeğin, der. Güney Çeğin, Emrah Göker ve diğ., 3. bs. (İstanbul: İletişim Yayınları, 2014), 107.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s